Sende Araıza Katıl!!

BU SİTE www.hepimiz1iz.tr.gg ÜYESİDİR.



   
 
  Korku Hikayeleri

  Çok ilginç!

İşten yeni dönmüştü. Çantasını ve elindeki naylon torbayı ayakkabılığın üzerine bırakıp salona geçti. Paltosunu çıkarmadan hemen oracıktaki markizin üzerine çöktü. Biraz terlemişti. İçinden yüzüne doğru sıcak bir buğu yükseldi. Yorgundu. Derin bir nefes aldı. Daha çok iç geçirme gibi bir şeydi bu. Sinirli bir şekilde , ani bir hareketle bacak bacak üstüne atıp , arkasına yaslandı. Kocası evden ayrılalı iki gün oluyordu. Haber vermeden , çantasını aldığı gibi çekip gitmişti. Bacağını ileri geri sallarken , bir taraftan da salonun orasına burasına , kıyıda köşedeki yerlerine göz gezdiriyordu. Bu arada baş parmağını telefon sehpasının üzerine yanlamasına sürüp toz denetimi yapmayı da ihmal etmedi. “Üfff!..Ne yapsam? Hiçbir şey , hiçbir zaman tam olamıyor bu evde. Mutlaka bir eksiklik oluyor. Pervaz diplerinin tozunun alınması gerekiyor. Şu kalın perdelere bak. Allahım!..Vampir şatosundaki perdelere benziyorlar. Daha yeni yıkamıştım bunları ben. Hepsi toz ve is içinde...Bu adam da nerede acaba? Niye gitti gene? Bir telefon bile etmedi. Bıktım usandım artık!”
Akşamın uzayan gölgeleri salonu iyice loşlaştırırken , güneşin son ışıkları pencere köşelerinde ölgünleşiyordu. Evde bilinçli bir yaşanmamışlık vardı. Hiçbir şeyin değişmemesi ; yapay bir biçimde , zamana direnmesi , yerinde ve konulduğu gibi kalması için , yaşanmamışlık gerekliydi. Babasının , eşyaların da yaşadığından söz edişini anımsadı bir an. Annesi öldükten sonra , evlerindeki eski eşyaların kederlendiğini , hatta renklerinin büsbütün solduklarını söylemişti babası. “Koltuklar , kanepeler , sehpalar , biblolar can yoldaşıymışçasına bizimle birlikte yaşıyor ve ölüyorlar” demişti. Begonyalar , Cezayir Menekşeleri , Sardunyalar da öyle değil miydi? Ama o , hep uzağında durdu bunların.Yıllara direnmesini , yeni , yepyeni kalmasını istiyordu eşyalarının. Onları örtülerle , kılıflarla güneşten koruyor , sık sık tozlarını alarak , deterjanlı sularla siliyor , sildiriyordu. Misafir bile kabul etmiyordu!..
Kocası gittikten sonra evin böylesine boş ve düzgün kalışına memnun olmuştu. İşte her şey sabah bıraktığı gibi düzgün ve tertemizdi. “Fikret olsaydı bu ev böyle kalamazdı” diye geçirdi içinden. Ama , yine de doyurulmak isteyen bir eksiklik , bir boşluk duygusunun baskısı vardı.
Fikret onu kapı önünde gülerek karşılar , gününün nasıl geçtiğini sorardı. İki gündür böyle olmuyordu. Bir an bu anlamlılığı arar gibi oldu. Biraz buruklaşmıştı ki , hemen kendini topladı.
Fikret’in bütün gün evin her tarafına girip çıktığını , sabahleyin işe giderken düzelttiği , yerli yerine koyduğu eşyaların yerlerini değiştirdiğini , mutfağı kirlettiğini , yıkanacak kap kacağı öylece , bir çöplük yığını gibi evyenin yanında biriktirdiğini düşündü. O halde , zorunlu bir kötülüktü Fikret.Yaşıyor , kullanıyor ve kirletiyordu. Evde zamanın donmasına fırsat vermiyordu.
Eşyaları eskitiyordu.“Neden çıldırmadığıma hâlâ şaşıyorum? Gittiği iyi oldu” diye bir kez daha geçirdi içinden. Paltosunu çıkarttı.Girişteki büyük boy aynasının önünde durdu. Uzun uzun yüzünü ve bedenini inceledi. Karnının , kalçalarının büyüyüp büyümediğine baktı. Duru , mermer soğukluğunda , biraz itici , kibirli denilebilecek bir güzelliği vardı. Bu üşüten güzelliğin ardında duyguya , sevgiye hemen hiç yer yoktu. Aşkı platonik anlamda kabul ediyordu. Eylemsel aşk , yani sevişme , kirlenme ile eşdeğerdi onun için. Yıllarca adet yerini bulsun diye , evlilik gereği sevişmişti kocasıyla. Bir kez olsun duygularıyla katılmamıştı bu aşk uygulamasına. Öyle ya , evlilik uygun bir zaman aralığında sevişmek ; bu görevi de yerine getirerek aradan çıkartmak değil miydi? Fikret arada bir dozunu kaçırarak ona yaklaştığında , binbir bahane bularak kocasını sevişmekten vazgeçirir ; o da karısını kırmak istemediğinden dediklerini yapar , sudan bahanelerine inanmış gözükürdü. Uygar ve nazik adamdı doğrusu. Bazen rastlantıyla bir kez sevişirseler , bir daha altı ay sevişmezlerdi. Çünkü , her zaman geçerli ve hazır bahaneleri vardı.
Kocası değerli , pahalı bir elektronik araçmış gibi ona dokunamıyor , çaresiz perhiz yapıyordu. Fikret’in emekliye ayrılması , Nilay’ın hiç hoşuna gitmemişti. Kocasını artık , işsiz güçsüz zavallı bir emekli olarak görüyordu. Bu nedenle , evlilik ilişkileri bir tür ortaklığa dönüşmüştü. İki kişi aynı evde kalıyorlardı o kadar. Nilay’a göre , bir erkek , iyi bir işe , toplumda saygınlığa sahip olmalıydı. Otuz dokuz yaşında kimsenin değer vermediği bir emeklinin karısı olamazdı. Fikret , bir erkek , bir güç ve erk unsuru olarak saygınlığını yitirmişti gözünde. Sıradanlaşmıştı. Bir zamanlar, karizmatik özellikleri, iyi giyimi, dil bilgisi, ekinsel birikimi nedeniyle eksiksiz olarak nitelendirdiği bu adama aşık olup evlenmişti. Ama Fikret emekli olarak oyun bozanlık yapmıştı ; artık istediği , beğendiği , statü simgesi o adam değildi. Basit bir insandı. Bir emekliydi artık...Yaşamlarında büyük bir değişiklik olmuştu.
Nilay , salona uygun olmadığı için yan odaya koyduğu , yıllar önce ölmüş annesinin ve babasının yemek yediği çatal , kaşık ve bıçakların bulunduğu vitrini inceliyordu. Her zaman yaptığı gibi ceviz kaplamaya elini sürüp tozlu olup olmadığına baktı. Art Nouveau çizgilere sahip vitrinin üzerinde kümeleştirdiği küçük gümüş süs eşyalarına , kurumuş çiçeklerin bulunduğu kristal vazoya ve küçük gümüş çerçeveler içindeki siyah-beyaz fotoğraflara göz gezdirdi. Hepsi yerli yerinde ve bıraktığı gibi duruyorlardı. Kalın perdelerin kıvrımlarına dokundu , düzeltir gibi yaptı. Salondaki her şey iyi görünüyordu. Rahatlamıştı. Kocası olmadığı için , evin genel görünümü bakımından içinde huzursuzluk yaratacak bir düzensizlik ortaya çıkamıyordu.“Ölü , kurumuş bir çalı gibi kaçtı , uzaklaştı benden. Böylesi daha iyi belki. İkimiz için de...” diyordu. Kocasının gidişine aldırmaz görünüyor , kendiliğinden dönüp gelir diye düşünüyordu. “Döneceğini biliyorum. Gelip ayaklarıma kapanacak. Zayıf olmamalıyım...” Bağımsızlığına , özgürlüğüne düşkün , karınca kararınca aydın bir kişi olan Fikret ; yaşantısı bir karabasana dönüştüğünden çareyi evi sessiz sedasız terk etmekte bulmuştu. Ortaklığı bozmuştu.
Evin bu yaşanmıyormuş görünümünden öylesine haz duyuyordu ki Fikret’i unutmuştu bile. Oysa Fikret , bir zamanlar yalnız gittiği iş seyahatlerinde , ne olursa olsun , her akşam karısını telefonla arar hatırını sorardı. Nilay , bu aramalardaki duygusallığı ve sevgiyi anlayamayacak kadar duygusuz ve mekanik düşünüyordu. Fikret’in yerli yersiz övgüleri , armağanlar alması rahatsız ediyordu onu. Böyle anlarda daha fazla içine kapanıyor, zırhını kalınlaştırıyor , sinirleniyor , sinirleniyordu. Yaşam , Nilay için bitmez tükenmez görevlerden oluşmuş bir süreçti. İşten döndükten sonra yatana kadar ikinci görevini yerine getiriyor ; evi düzeltip , sabah bıraktığı düzene döndürüyordu. Bunları yapmazsa rahatsız ve gerilimli oluyordu. İşlerini bitirdikten sonra televizyonun karşısına geçiyor , tüm enerjisini tükettiğinden , bir iki basit konulu popüler diziyi seyredeyim derken ekranın karşısında uyukluyor , bir süre sonra da dayanamayıp gece saat on , on buçuk sularında gidip yatıyordu. Boğuntular içinde yaşlanmış bir ruh yapısı vardı.
Sabah uyandığında her tarafı uyuşmuştu. Yatak bozulmasın diye kalıp gibi kıpırdamaksızın uyuyordu. Boğazında bir şey düğümlenmiş gibiydi. Bir bulut ibrişim inceliğiyle boğazını sıkıyordu. Yüzü kızarmış , terlemişti... Terliklerine baktı. Gece yatarken bıraktığı gibi yanyana duruyorlardı. Yorganın bozulmaması için ayaklarını düzgünce bedenine doğru çekti ve kalktı. Biraz gerindi ve hemen yatağını düzeltmeye koyuldu. Tuvalet masasının aynasında kendini inceledi. Kalın perdeleri açtı. Camlarda sabırsızlıkla bekleyen günün ilk ışıkları , beyaz sessiz bir patlama gibi birden odaya doluştular. Hava pusarıktı. Karşıdaki apartmanın ıvır zıvır doldurulmuş yan balkonlarına baktı. İçinden kızdı. Kendi balkonu tertemizdi. Gurur duydu bundan. Karşıdaki balkonlarda bir itilmişlik , yüzüstü bırakılmışlık hali vardı. “Mezbelelik, şu balkonlara bak! Pis insanlar bunlar” diye söylenirken bir taraftan da saçlarını geriye topladı. Banyoya yönelmişti ki evde bir gariplik hissetti. Yalnız olmadığını düşündü. Durakladı. Evi dinledi.Banyodan çıktıktan sonra gazeteyi , ekmeği ve sütü almak için girişe geldiğinde bir çift siyah makosen gördü. İrkildi. “Bunlar daha önce burda mıydı?” diye sordu kendine. Evet.
Yalnız değildi...
Şaşırmıştı. Kısık ve tedirgin bir sesle “Fikret!..” diyebildi. Askıda da siyah bir mont asılıydı. Kocası ne zaman gelmişti? Kapının açıldığını duymamıştı.Salona doğru yürüdü. Yarı aralık kapıdan içeriye baktı. Fikret’i göremedi. Televizyon seyrederken dizlerine örttüğü kırmızı battaniye akşam katlayıp bıraktığı şekilde kanapenin üzerinde duruyordu...
Tekrar etrafı dinledi. İkinci tuvalette ışık yoktu. Orada olamazdı. Geriye döndü. Kapıyı açarak apartman görevlisinin bıraktıklarını aldı ; getirip mutfağa bıraktı. Ellerini tezgâha dayadı tekrar etrafı dinledi. “Fikret gelmişti , evin içindeydi ama neredeydi?” Anlamsızlıkla karışık sorgulayan bir korku kapladı içini. Salona girmek istemedi. Merakını da gideremiyordu. “Fikret! Neredesin , ne zaman geldin?” diye yüksekçe ama yumuşak sayılabilecek titrek tondaki bir sesle kocasına seslendi.Yine yanıt alamamıştı. Binbir tür düşünce gelip geçiyordu aklından. Kocasının öldüğü ya da kalp krizi geçirerek bir köşede yığıldığı endişesine kapıldı bir an. İçindeki korku yüreğini yoruyor , acıtıyordu. Üşürleniyordu da. Elleriyle kollarının üst kısımlarını sıvazladı. İlk kez böyle bir şey başına geliyordu. Fikret eşek şakası yapmazdı. Evde olağandışı bir şeyler gelişiyordu. Salonun kapısını eliyle yavaş yavaş iterek ardına kadar açtı. Şimdi her tarafı daha iyi görebiliyordu. Perdeler , koltuklar , gümüşleri , vitrin... hepsinde bir beklenti içindeydi sanki.
Kafasını kapıdan uzattı. “Fikret!..” diye ıslığımsı bir ses döküldü dudaklarından. Yanıt gelmedi. Yavaşça içeriye süzüldü. Biraz ilerledi. Kimse yoktu. Tekrar “Fikret!.. sen mi geldin” diye seslendi. Bir kez daha yanıt alamamıştı... Kalın perdelerden birisinin kıvrımları bozulmuştu. Düzeltmek üzere oraya yöneldi. Perdeye elini uzatmıştı ki birden bir el gırtlağından ve bileğinden yakalayarak havaya kaldırdı onu. Gözleri büyüdü , sesini çıkaramadı. Fikret , perdelerin sarı ibrişimden yapılmış kordonlarını çekti ve boğazına doladı. Sıkıyordu. Gözleri dışarıya uğramıştı. Hiçbir şey söyleyemedi. Hava alamıyordu. Bir şeyler söylemek istedi. Gözlerinde şaşkınlıkla karışık yalvaran bir ifade donmuştu. Çaresizdi. Boyun eğdi ve ölümü kabullendi ; bir kaç kez çırpındı , kurtulmaya çabaladı ve sonunda cansız bedeni kasıldı kaldı.
Nilay’ı boğarken yakası paçası bir tarafa dağılan Fikret , bitkin ve nefes nefese “mumyayı hazırlayabilirim artık” diye söylendi. Sakinleşmek için dolaptaki viski şişelerinden birisini alıp kafasına dikti. İçerken bir yandan da göz ucuyla cesede bakıyor kıs kıs gülüyordu. Viski şişesini sehpanın üstüne koydu. Çömelerek cesedi kollarına aldı ve büyük taban halısının ortasına taşıdı. Kordonları sıkarken Nilay’ın boğazında morluklar ve kan çizikleri oluşmuştu. Yatak odasından karısının makyaj malzemelerini getirdi. Cesetteki kan çizgilerini pamuklarla sildi. Morlukların üzerine bolca fon dö ten sürdü. Çekmecelerden dikiş iğnesi buldu , iplik geçirdi ve cesedin göz kapaklarını özenle kaşlarının altına dikti. Nilay’ın gözleri artık , hep yaptığı gibi , evi denetleyebilmesi için sürekli açık kalacaktı. Gardrobundan getirdiği ve bir türlü giymeye kıyamadığı , istiflemek için satın aldığı pahalı tuvaletlerinden birini giydirdi ve mink kürkünü çıplak omuzlarına koydu. Saçlarını biçimlendirerek üzerine simler serpti. Sprey sıkmayı da ihmal etmedi. İşte Nilay , doğal bir görünümlü bir ceset , bir mumyaya dönüşmüştü. Hep bunu yapmak istemişti.
Onu salonun en güzel köşesindeki berjer koltuğa oturttu ve devrilmemesi için görünmeyecek şekilde perdenin kordonları ile koltuğa bağladı. Kıs kıs gülmeye devam ediyordu. Elbisesinin kıvrımlarını düzeltti. Cesedin yüzüne ifade vermek , soğukluğunu gidermek için dudaklarını eliyle iki yana doğru çekti. Gülümsemesini sağladı. Bir iki adım geriye çekildi , başını iki yana eğerek defalarca baktı. Salonun kapısına giderek bir kez daha baktı. Dekor tamam mıydı? Evet!..
Nilay’ın göz kapaklarının dikili olduğu yerlerden sızan kan pıhtılaşmış ve yarı açık , baygınca bakan gözlerinin pınarlarında , uçlarında ilginç , etkileyici , adeta gizemli bir far görüntüsü yaratmıştı. Gülümseyen cesedin üzerindeki koyu bordo yaprak desenli siyah gece elbisesi ile kırmızı renklerin hakim olduğu koltuklar , gülkurusu duvar kağıtları çok güzel uyuşmuştu. “Dekor tamam” tümcesi döküldü dudaklarından.
Fikret , daha önce alıştırıldığı gibi etrafı topladı. Toz aldı. Her yeri eksiksiz bir biçimde eski haline getirdi. Viski şişesini yanına alarak evin diğer odalarını bir daha gezdi. Her şey yerli yerindeydi. Banyoya baktı. Nilay’ın havlusunu getirip yerine astı. Salona giderek , sabahlığını ve cesedin üzerinden çıkardığı giysileri yatak odasına getirdi ; katlayarak düzenli biçimde dolaba koydu. Evi , Nilay’ın rahat edeceği gibi yaşanmayan bir yer konumuna getirdi. Öyle ki , Nilay yaşasaydı , bu dekoru görseydi , kocasını mutlaka alnından öperdi. Tekrar tekrar uzun uzun her tarafa baktı. Her defasında parmak dokunuşlarıyla küçük küçük düzeltmeler yapmayı asla ihmal etmiyordu. Girişte askılıktaki montunun altında asılı duran naylon torbadan özenle yaptırılmış , üzerinde “Müze” yazan tabelayı çıkarttı. Salona giderek, çıkmadan , Nilay’ın cesedine son kez “allahaısmarladık sevgilim ; istediğin gibi her şey eksiksiz ve kusursuz. Bir daha da değişmeyecek ve seni asla rahatsız etmeyecek! ”dedi. Sokak kapısının üzerine “Müze” yazısını özenle yapıştırdı ve kapıyı ardına kadar dayadı. Apartman sabah hareketliliğine yeni başlarken , hızla merdivenleri indi , sepetten gazetesini almakta olan en iyi komşusu Hamiyet hanıma gülümseyerek “günaydın efendim” dedikten sonra ana kapıdan içeriye hücum eden gün ışıkları içinde kayboldu.

---------------------------------------------------------------------------------------------

 

RUH ÇAĞIRMA !

SPİRİTLERİN, ÖLMÜŞ KİŞİLERİN “RUH”U SANARAK

ÇAĞIRMA YOLUYLA İLETİŞİM KURDUKLARI, “CİN”DİR!

Kur`an-ı Kerim’de "CİN" kelimesiyle tanımlanan; halk arasında "peri", "dev", "hayâlet", "CİN", "CİNNÎ", "iyi saatte olsunlar" diye bilinen; görüntülerine göre çeşitli isimler takılan; spiritlerin, ölmüş kişilerin "RUH"u sanarak çağırma yoluyla iletişim kurdukları; son olarak da anlattıkları masalları yutacak fikir düzeyindeki kişilere kendilerini "UZAYLI VARLIKLAR" olarak tanıtan görünmeyen "bilinç varlıklar"dır!.

"NEFS"i itibariyle varlığını, hayatiyetini, "ben" bilincini bundan önceki bölümde belirtmiş olduğumuz üzere mutlak "RUH"tan alır.

“CİN” adı verilen yaratıkların yapısı;

“EN İNCE MESAMATA YÂNİ MADDEYE NÜFUZ EDİCİ ÖZELLİĞE SAHİP OLAN DUMANSIZ ATEŞTEN YÂNİ BUGÜNKÜ DİLDE KULLANILDIĞI ŞEKLİYLE DALGADAN

Cinler, orijinleri NUR denilen kuantsal enerjinin mikrodalga enerji şekline dönüşmesiyle meydana gelmiştir.

Bilinç mükemmeliyeti olarak, evrende "İNSAN"dan sonra gelmektedir.

Karakter olarak insandan daha zayıf bir yapıya sahiptirler... Olumsuz olarak adlandırılan davranışları çokça ortaya koymaya yatkındırlar... Ve genellikle bu çeşit işlerle uğraşırlar... Ancak buna rağmen içlerinde, iyileri, dine bağlı olanları ve hattâ ender de olsa evliyaları vardır...

En büyük özellikleri ve eğlenceleri, insanların zayıf taraflarından faydalanarak, müsait olan yapıları dolayısı ve sebebiyle, onları kendilerine bağlı kılmak, istediklerini yaptırmak, âdeta kulları olarak kendilerine hizmet vermelerini sağlamak, taptırtmaktır...


“RUH ÇAĞIRMA( !) DALAVERLERİNİN KÖKÜNDE

ESKİLERİN "HÜDDAM İLMİ" DEDİĞİ "CİN'CİLİK" YATMAKTADIR!

Bütün bu ruh çağırma (!) dalaverelerinin kökünde eskilerin "Hüddam ilmi", halkın da "CİN`cilik" dediği mesele yatmaktadır.

Bilhassa eskilerin ve Anadolu halkının yakından bildiği bu konu şöyledir:

Bazı tesbih veya duaların birer "HADİMİ" yâni "hizmetlisi - görevlisi" vardır.

Eğer bir kişi oturup, o kelimeyi veya duayı adedince okur, sonra da karşısına dikilen CİNden, o an için korkmadan bir şey isteyebilirse, o şey derhal olur!.

Veya o CİNin kendi emrine girmesini isterse, o CİN artık onun hizmetkârı durumuna girer!. Bunun için de bir çok formül vardır!.

Bu formülleri bünyesinde toplayan bir çok kitaplar yazılmıştır eskiden ki, bunların içinde en meşhuru; "KENZÜL HAVAS" ismiyle bilinenidir.

Bu kitabın içinde bir çok formüller vardır...

Ancak burada şunu da hatırlatalım ki, "HÜDDAM"cılık ile "RUH ÇAĞIRMA(!)-SPİRİTUALİZM" arasında çok büyük bir fark vardır.

İşte o fark da şudur:

Ruh çağırma(!) veya spiritualizm denen oyunda CİNlerle temasa geçen kimseler, daima CİNLERİN elinde oyuncak olurlar...

Aynen aslan eline düşmüş tavşan gibi; CİN de onları istediği gibi elinde oynatır... Ve onlar bu durumu asla fark edemezler.

"Hüddam" ilminde ise, formül, diğer yan şartlarıyla birlikte tam olarak uygulanabildiği zaman; insan, CİNni tam anlamıyla pençeleri altına alır; ve ona bütün istediklerini yaptırabilir. Hattâ, bir insanı bile, bu yolla o CİNine öldürtebilir. Aksi halde, yâni emre uymadığı zaman o CİN perişan olur.

Bu sebeple, bu ilmin kullanılmasında, insan için öteki sisteme göre mutlak bir avantaj vardır.

İşte aradaki bu fark sebebiyle, eskilerin ve günümüzde de sadece birkaç kişinin bildiği "Hüddam ilmi", spiritualizmden kat be kat üstün durumdadır. Çünkü, anlattığımız üzere, bu ilimde insan için CİNni emri altına almak söz konusudur. "Spiritualizm" diye veya "Ruh çağırma(!)" diye bilinen CİNlerle bağlantı hâlinde ise, CİNni hiç bir şekilde, bir bilgiyi vermek veya bir işi yaptırtmak için zorlamak söz konusu değildir.

Ancak burada şu hususu da çok iyi bir şekilde anlatmak gerekir;

Eğer bir kişi "Hüddam ilmi’’nin gereği olan formüllerden birini yapmaya kalkar da; sonra başlamışken, şu veya bu sebeple; meselâ formülü uygularken yarıdan itibaren duyacağı seslerden veya o sırada gözüne görünen acaip şekillerden korkarak yarıda bırakırsa, işte o anda onun için felâket başlar.

Onun, etkisi altına almaya çalıştığı CİN, o anda onu rahatlıkla avlar ve bu kişi CİNi emrine almaya çalışırken, CİN onu ele geçirmiş olur... Ki bundan sonra, o kişi artık CİNnin emrine bağlıdır. Böylece, Dimyata pirince gidilirken evdeki bulgurdan da olunur.

Bu sebepledir ki, "Hüddam ilmi"ne dayanan bir formülü, ya hiç yapmamalı, ya da başlanıldığı zaman, ne pahasına olursa olsun sonuna kadar yapmalıdır.

Nitekim bu formülün tam olarak yapılmaması için o CİN, bir takım gürültüler oluşturur veya sesler çıkartır, âdeta içinde bulunulan evi veya katı yıkılıyormuşçasına gürültülerle sarsabilir; akla hayâle gelmeyecek korkunç şekillerde göze görünebilir!. İşte bütün bunlar olmasına rağmen, kişinin bütün soğukkanlılığıyla elindeki formulü bitirmeye çalışması îcabeder.

Nitekim, "fazla tesbih çekmekten deli oldu", diye halk arasında anılan hal de bu esasa dayanır.

Bir kişinin yönlendiricisi olmaksızın ve formülü bilmeden rastgele tesbih çekmesi, ister istemez bir şifreyi meydana getirir ki, bu durumda, o anda şifreyle bağlantılı olan CİN otomatik olarak harekete geçip, o kişiyi hükmü altına alır... Ve o kimsenin bu durumdan haberi yoktur!. Ve o CİNi kontrol altına alabilecek güce de sahip değildir. Artık ister istemez o CİNle iletişimleri başlamış olur.

Bu ilişkinin başlaması da bazen kulağına, bazen da içine gelen seslerle olur... Kezâ bundan önce de burun yoluyla kokular tesbit eder bazen... Ve sonunda CİNleri çeşitli şekil ve kıyafetlerde görmeye başlar bu yolunda devam ederse...

Bu gibi kişler, duydukları sesleri veya aldıkları kokuları ya da gördükleri şeyleri bu konuyu bilmeyen kişiler içinde açarlarsa, derhal "aklını kaçırdı", "oynattı" diye nitelendirirler ve hastaneye kaldırılırlar. Oysa tıp henüz bu konuda âcizdir. Elektro-şokla tedavi etmek ister fakat bunu da başaramaz!.

Bu gibi kişiler, artık halk arasında "meczup" "zararsız deli" tâbirlerine muhatap olarak hayatlarına devam ederler.

Bu gibi kişiler eğer içine düştükleri duruma rağmen, bu sahada yetkili bir şahsın eline geçerlerse, o halden kurtulmaları yollarının düzeltilmesi ve o yolda ilerlemeleri mümkündür.

Aksi halde ömür boyu bu durumdan kurtulamazlar... Artık onlar "deli" olmuşlardır.

İlk yüzyıllardan beri, en ilkel topluluklardan itibaren yeryüzünde görülen bir meslek ve iş vardır;

Bu mesleğe "BÜYÜCÜLÜK", yapılan işe de "BÜYÜ" denir.

Bu işten gaye, bir insanı etki altına alıp, ona istemediği bir şeyi zorla yaptırmak ve bazen da hastaların iyi olmasını temine çalışmaktır.



RUH ÇAĞIRMA CELSELERİNDE DUA OKURSANIZ

İLGİLİ KİŞİLERİN CİN İLE İLİŞKİSİNDE KOPUKLUK

OLUŞACAK VE Ö KİŞİLERDE DENGESİZ SÖZ VE

DAVRANIŞLAR ORTAYA ÇIKACAKTIR!

Tasavvuf önce "nefis mücahedesidir"!.

Bu da Hz Rasûlullah`ın "Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" ifadesinde açıklanmıştır...

GERÇEK böyleyken; tasavvuf ehli olduğunu söyleyen sayısız insan ve onların süper mürşidleri SİGARA içmeden duramamaktadırlar!.

Bir SİGARAya karşı nefis mücahedesi olmayan kişi, nerede kaldı, daha hassas konularda mücahede yapacak ve veli olacaktır...

CİNlerle ilgili pek çok eserde yazılı olduğu gibi CİNlerin gıdası kokudur!. CİNlerin en çok sevdikleri koku da SİGARA kokusudur...

Sigara içen bir kişiyi buldukları zaman, artık kolay kolay onun yanından ayrılmazlar ve onun peşini de bırakmazlar. Kişinin sigara bağımlılığının artmasında en büyük faktör CİNlerdir.

CİNler, sigaraya yönelik bir kişi buldularmı, hemen onun içine sıkıntı verecek şekilde beynine bir sinyal yollarlar... Kişi bu sıkıntı ile hemen bir SİGARA yakar!.

Dumanlarını üflemeye başladıktan kısa bir süre sonra içindeki sıkıntı kesilir!. Çünkü, yanındaki CİN, o dumandan gıdalanmaya başlamış ve onun içine sıkıntı veren etkileri göndermeyi kesmiştir... Böylece o kişi sigarasını bitirir ve bir süre rahatlar.

Sonra yanındaki CİN tekrar SİGARA kokusu istedi mi gene beynine içinde sıkıntı oluşturacak bir impuls yollar ve o kişi de elinde olmayarak tekrar bir sigara yakar... Ve bu durum böylece devam edip gider.

Eğer, böyle devamlı SİGARA içen bir hoca veya mürşid, Gavs(!) yanına giderseniz, hemen Kur`ân-ı Kerim`in Sad sûresinin 41, Mü`minun sûresinin 98, 99 ve Saffat sûresinin 7`inci âyetlerindeki dualara devam ediniz...

Göreceksiniz ki, bu duaya devam sûretiyle beyninizin yayacağı belli dalgalar o kişinin ilişkide olduğu CİN ile ilişkisinde kopukluk oluşturacak ve bu yüzden karşınızdaki kişide bazı dengesiz söz ve davranışlar ortaya çıkacaktır.

Ayrıca, Ruh çağırma celselerinde, CİNci, falcı hocaların yanında da bu duayı okursanız, bunun böyle olduğunu görerek söylediklerimize kesinlikle inanabilirsiniz.

ara.jpg (366 bytes)



RUH’UN GELMESİ GİTMESİ, ÇAĞIRILMASI

ASLA VÂRİT DEĞİLDİR.

RUH’U SADECE RABBI ÇAĞIRIR VE

RUH DA ASLÎ ÂLEMİNE RUCÛ EDER!

Bilinsin ki, “RUH” orijinali itibariyle tektir ve Rabbin hükmüdür!

Onun, ne yemesi ne içmesi, ne yorgunluğu, ne gıdası, ne hastalığı, ne terbiyesi, ve ne de ölümü olur.

Ruh insana hayatiyet verir...

Hayâtiyetimizin cevheridir. Varlığımızı meydana getiren ana cevherdir. ki bu “Ruh-u A’zâm”dır!

Bir de “kişilik ruhu”(1) vardır ki; bu beyinden oluşur! Ruhun ne sağlığı gibi bir kavram; ne de hastalığı gibi bir olay vardır!

Kişilerin bu mevzudaki bütün ithamları bulguda beyne aittir. Rabbin hükmü bütün bu ithamlardan uzaktır.

Keza ruhun gelmesi, gitmesi, çağırılması gibi hâller dahi asla vârit değildir!

Ruhu, sadece Rabbı çağırır; ve Ruh da asli âlemine rücû eder, cesedi terkederek!

Bütün ruha atfedilen hâller, gerçekte fıtrî tecelliler; zâhirde ise beyne ait fizik bulgulardır.
Gerek Efendimizin devrinde ve gerekse kendisinden bir süre sonra büyüklerin hiçbiri bu mevzûda Ruha böyle bir ithamda bulunmamış; ancak daha sonraları yaşamış olan bazı kişiler, bu mevzuda konuşmak zorunda bırakıldığında, müşahede ettiklerinin gerçek mânâsını değil, sadece olduğu gibi gördüklerini izah yoluna gitmişler ve biraz açılmak zorunda kalmışlardır. Ve böylece bugüne kadar gelinmiştir.

Vazifemiz, gerçekleri, Rabbin izniyle, izahtır..

Şüphesiz ki herkes ilmi kadar konuşur.

Şurası muhakkaktır ki, her bilgi sahibinin fevkinde ondan daha iyi bilen vardır.

 

--------------------------------------------------------------------------------------------------

BiR GENCiN YASADIKLARI


Uyandiginiz halde yataktan kalkamamaniz, bir guc tarafindan hareketlerinizin engellenmesi, kipirdayamamaniz yada konusamamaniz, bagirmaya calistiginiz halde sesinizin tum cabalamalariniza ragmen cikmamasi, bu sure zarfinda cesitli sesler ve halusunasyonlar gormeniz yani, halk arasinda Karabasan diye tabir edilen olay.
19 yasindaydim. O zamana kadar karabasanin ne adini ne sanini duymustum. Ilk yillar sesli ve goruntulu yogun bir sekilde yasadim. Ailecek panik icerisindeydik. Caresizlikten herkezin verdigi akli uygulamaya koyulduk.Bu arada cok komik olaylar da yasadim. Dortyol agizlarina sekerli sular doktum, yatagimin altinda kuranla uyudum o olmadi bicakla uyudum o olmadi makasla uyudum o da olmadi hocaya gittik bana muska yazdi. O olaydan sonra yogunluk azaldiysa da tam olarak kesilmedi.Cahil insanlar da degiliz ama nedense o zamanlar hic aklimiza bir psikologa danismak gelmedi . Cunku birazdan anlatacagim seyler cok mistik doga ustu olaylardi.



Her olay sonrasinda yataga oturup '' Neden Ben?'' diye aglardim. Ne yapmistim acaba.Neden boyle korkunc olaylar beni bulmustu.Bu konuyu her ne kadar arastirdiysam da bir sonuca ulasamamistim. Gorduklerim ruya miydi acaba? Kendimi cok tahlil ettim .Her defasinda gozlerim acik bulundugum mekani cok iyi gorebiliyordum. Fakat bir turlu ne hareket ediyor ne de bagirabiliyordum.Hadi hareket edip bagiramiyorum tamam ama o anda duydugum sesler ya da gordugum goruntuler beni zivanadan cikariyordu . Yasadiklarimi arkadaslarima anlattigimda pek inanan olmadi.Benim gibi karabasanlar tarafindan basilanina da rastlayamamistim. Bulundugum mekani degistirirsem belki yarari olur deyip yurtdisina ciktim olmadi evlendim yine olmadi. Dindar bir teyzemize bu konuyu anlattim. Teyze bana Kuran dan bazi ayetler okudu. O gunden sonra olaylar kesildi.Arasira yine bu olayi yasasamda eskisi gibi degil artik..

Basimdan gecenleri bir internet sitesinde 4-5 satirla ozetledim.Bu konuda yuzlerce mesaj aldim.Bir kismi cinlerle ilintili oldugunu soylerken, diger kismi beyinsel fonksiyonlarla iniltili oldugundan bahsettiler. Buyuk cogunluk ise basindan bu tarz olaylar gecen insanlardan aldigim mesajlardi. Hepsi de benden bu konuda yardim istiyordu. Hal boyle olunca kayitsiz kalamadim ve bu siteyi yapmaya karar verdim.Benim yasadiklarim korkunctu hic bir yerde cevap bulamamistim daha da kotusu bu olayin yalnizca benim basima geldigini saniyordum.Ama simdi biliyorum ki bu olayi bir cok insan yasiyor .Turkiye'de bu konuyla ilgili ne bilimsel ne de dinsel bir bulguya rastlayamadim. Tahmin edersinizki bu olay yalnizca Turk insanin basina gelmiyor. Amerika'da bu olaya SLEEP PARALAYSIS adi verilmis.

Bir grup insan bu olayin cinler tarafindan yapildigini, diger bir grupsa bu konunun beyinle ilgili olup adinin uyku felci oldugunu savundular.Ben her iki grubun da aciklamalarina yer verecegim. Bu konuda bilgisi olanlarin bilgilerini bizimle paylasmalarini da isteyecegim.Ayrica basinizdan gecen deneyimlerinizi de bana yazabilirsiniz.Yalniz bildigimiz bir sey var ki her ne ise, Dunyanin her yerinde bu olayi insanlar yasiyorlar. Eger bu olaylar surekli basiniza geliyor ise benim size tavsiyem hastahanelerin neurology klinigine gidip bir beyin filmi cektirmeniz.Hepinize karabasansiz gunler dilerim.

KARABASANLA iLK TANISMAM
19 yasima gelene kadar Karabasan'in ne adini ne de sanini duymustum. Taki o geceye kadar... Gece uzerimde hissettigim iki elin baskisiyla uyanmistim.O iki el beni yatakta hafifce saga sola salliyordu. .Duvara dogru donuk yan yatmis vaziyette oldugum icin arkamdakinin kim oldugunu anlayamadim. Arkama donmek istedigimde kipirdayamadigimi farkettim.Hareket edemiyordum.Cok uykum oldugu icin fazla ustunde durmadim gelenin annem oldugunu zannedip uykuma devam ettim.O gun ilk karabasan deneyimimi yasamistim.
ONA DOKUNDUM
Ertesi gun gece bir durtuyle uyandim ve gordugum manzara karsisinda dehsete dustum. Kapkaranlik odanin icerisinde bir cift korkunc goz bana bakiyordu.Yerimden firlayip isigi acmak icin davrandim ama kipirdayamadigimi hissettim.Ne kadar cabalarsam cabalayim bir guc beni tutuyordu.Ciglik atmaya calistim nafile, sesim solugum cikmiyordu.Sadece gozlerimi oynatabiliyordum ve o seyle goz goze gelmemek icin baska yerlere bakiyor bir yandan da yataktan kalkmak icin ugrasiyordum.Bir muddet sonra cozuldugumu hissedip yataktan firladim.Annem yanima geldiginde agliyordum.Beraber yattik.Ben kolumu yataktan disari cikacak sekilde basimdan yukari dogru atip yatttim.Birden avucuma yumusak bis sey degmeye basladi.Sanki satene benzer yumusak bir kumasti.Giderek agirlasmaya ,agirligin etkisiyle de kolum yavas yavas assagi cekilmeye basladi. Kolumu hemen geri cekmek istedim ama o anda yine kipirdayamadigimi farkettim .Ama korkmuyordum, ne de olsa yanimda annem vardi.Icimden ufak capli bir kufur ettim.Iste o anda hayatimin hatasini yapmistim.Korku filmlerindeki tarzdan bir gurultu kulaklarimda yankilanmaya ve cinlamaya basladi neye ugradigimi sasirmistim ayni zamanda beni yatagin icinde bir saga bir de sola hizli hizli salliyordu..Yatagin icindeki sallantimdan annem uyanip beni tuttu ve o anda kendime gelebildim.Resmen carpilmistim.
TELEFONDAKi SES
Bir gece basucumdaki telefonun sesiyle uyandim telefona dogru hamle yapmak istedigimde kipirdayamadim.Telefonun acildigini hissettim telefonu goremiyordum.Ahizeden bir ses gelmeye basladi.Ses enistemin sesiydi ve sacma sapan seyler konusuyordu.O anda telefonun gercekte calmadigini ve o konusanin gercekte enistem olmadigini anladim .Yataktan firlayip kalktigimda telefon kapali duruyordu.
KOLTUKTAN GELEN SES
Ablam yurtdisinda yasiyordu .Bir gece yatarken acaba onu dusunsem telepati kurabilirmiyim dedim.O anda ayak ucumdaki tek kisilik koltugun uzerinden bir ses geldi . '' Ohoooo kizim onlar coktan uyumustur'' Birden koltuga baktim hic kimse yoktu ama orda birisinin oldugunu seziyordum yine hareket etmek, bagirmak icin cetin bir mucadele vermistim
CADI
Babaannemin bizde kaldigi bir gece, karsimda uyuyordu.Filmlerden de bildigimiz bir cadi tiplemesi vardir .Hani uzun burunlu ve ceneli, yuzunde kocaman et benleri olan,sivri kocaman sapkali ve supurgeli.Gece uyandigimda bir de ne goreyim o cadi babaannemin ustune cikmis ve kadinin bogazina yapismis bir sekilde cigliklar atiyor.O anda babaannemi oldurdugunu zannettim.Bagirmak istedim kalkmak istedim nafile .Dehset icinde hem onlari seyrediyor hemde kalkmak icin efor sarfediyordum.Kalkip isigi yaktigimda babaannemin misil misil uyudugunu gordum.
BABAMIN KILIGINDA
Bir aksam ustu annemlerin yatak odasinda uzanmis yatiyordum.Birden karabasanin geldigini anladim.Hareket edemiyor, kurtulmaya calisiyordum.O sirada babam iceri girdi.Uzerini cikarip, esofmanlarini giydi , aynanin karsisinda saclarini taradi.Ben hem onu seyrediyor hemde bagirmaya calisiyordum.Oda karanlik oldugu icin beni farkedemedigini dusunuyordum. Kendimi farkettirmek icin epey bagirmaya ugrastim.Bir turlu beni gormuyordu.Saclarini taradiktan sonra kapiyi acip cikti.Bir muddet sonra bulundugum durumdan kurtulup iceri gittim.Babami ariyordum ona alanlari anlatacaktim.Anneme babam nereye gitti diye sordugumda 'Daha isten gelmedi ki !'dedi.
SOGUKTAN TiTRiYORDU
Arkadasimin evinde, sirtim duvara dogru donuk yan yatiyordum. Sabah yorganin hafifce acilip arkamdan birinin yataga girdigini ve titredigini hissettim.Ne oldugunu anlayamadim arkama donmek istedim hareket edemiyordum.Gelen arkadasim olamazdi o karsimdaki yatakta yatiyordu onu goruyordum.Arkamdaki kimse cok usuyordu.Son bi gayretle yataktan firladim ama baktigimda yatakta kimse yoktu.
KENDiMi GORDUM
Sabaha karsi karabasani hissedeerek uyandim.Ayak ucuma dogru duran tv nin ekranindaki yansimadan kendimi ve odayi gorebiliyordum.Birden yanima biri geldi ekrana iyice baktigimda bu kisinin kendim oldugunu gordum.Yatakta yatiyordum ama basucumda benim bir kopyam dikilmis bana bakiyordu.
Yasadiklarim bu kadarla siniri degil ilk etapta aklima gelenler bunlar.Bazen de sessiz ve goruntusuz sadece kipirdayamama gibi durumlarla karsilastim.Geldiginde onemsemezsem yada korkmadigimi anlarsa uzerimdeki baskiyi iki katina cikarirdi.
Hic bir sorunum ya da psikolojik problemlerim yoktu.Gencligimin en guzel en mutlu ve sorunsuz caglarinda baslayiverdi ve 6 yil yogun bir sekilde devam etti.Bunlar ruyada olan seyler degildi.Bir durtu ile uyaniveriyordum.Gozlerim acik gorebildigim kadar bulundugum ortami goruyordum.Korkunc gunler gecirdim.Ama civi civiyi soker derler.Dogru galiba.Onca basimdan gecen olaya ragmen evde tek basima kapkaranlik odalarda hic korkmadan kalabiliyorum.
MUSKA
Olaylar karsisinda caresiz kaldigimiz zaman bir hoca bana muska yazmisti.Psikolojik te olsa biraz rahatlarim diye ilk zamanlar muskayi taktim.Gercektente hergun basima gelen bu olay 4-5 gune inmisti.Uyku durumunda iken bu olay basima geliyor diye muskayi geceligime takiyordum.Gece bir guc tarafindan uyandirildim ustumde yogun bir baski vardi surekli bir ses kalk diyordu duymuyordum ama hissediyordum uykum cok oldugu icin hareket etmek icin direniyor epey ugrastiktan sonra kurtuluyor sonra geri uyuyordum o guc tekrar gelip beni esir aliyordu ben yine ayni mucaleyi verip daldigim anda yine ayni sey.Bir gariplik vardi bi turlu gitmiyordu.Abimin yanina gidip yattim ordada ayni olay surekli bana kalk diyordu. Uyutmuyordu.Aklima muska geldi elimi attim yerinde yoktu.Sonradan diger geceligimde oldugu aklima geldi .Annemi uyandirdim geceligimi sordum . Gece kalktiginda camasirlari makineye atmis benim gecelikte muskayla beraber camasir makinasinda yikaniyordu.Hemen makinayi durdurup muskayi cikardik.Ondan sonra deliksiz bir uyku uyudum.


yorumlarınız bekliyorum..sizce gerçekten karabasan var mı? yoksa yok mu? bunlar uydurmacamı...ben şahsen inanıyorum....lütfen teşekkür etmesenizde yorum yapın...

Oylamalar
 


Siteyi nasıl buldunuz?
Çok iyi 59,02%
İyi 1,64%
İdare Eder 8,2%
Kötü 31,15%
61 toplam oy:


Satılık Knight Online Char
 
Özellikleri Knight online Bolumunde yazmaktadir.
 
Online Yönetici : 1
Forum Durum : Online
Site Durum : Online
Ziyaretçi Profili
 

IP

 
Bugün 22 ziyaretçi (36 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol